Migrenin Tarihteki Yolculuğu

Migrenin Tarihteki Yolculuğu Nasıl Başladı?

Baş ağrıları ve migrene ait bulgular insanlık tarihi kadar eskidir. Prehistorik döneme ait kazılarda bulunan kafataslarında bile trepanasyon (tedavi amaçlı kafayı delme) izlerine rastlanmaktadır. Migrenin tarihteki yolculuğu insanlarla birlikte başlamıştır.

MÖ 3000 yılına ait Sümer epik şiirinde:
Hayır, der hasta göz / Gözüm hastaydı ama.
Hastalıklı değil baş / Başım ağrır ama.

ifadeleriyle gözün de işin içine girdiği, migrene uyabilecek bir anlatım vardır.

Modern tıbbın babası Hipokrat, MÖ 400 yıllarında migren aurasından bahseder. İlk migren tanımlamasını Aretaeus MS 200 yılında yapmıştır. Aretaeus migrenin ataklar halinde olmasını, klinik özelliklerini, fiziksel ve ruhsal belirtilerini tanımlamıştır. Tarih boyunca migren için birçok ad kullanılsa da yarım baş ağrısı anlamına gelen “hemikraniya” kabul görerek, bugün kullandığımız “migren” ya da “megrim”e dönüşür.

Ortaçağda İbni Sina ile özdeşleşen İslam tıbbında çok önemli gelişmeler sağlanmıştır. Baş ağrılarında kafayı delme yerine koterizasyon (dağlama) yapıldığı 15.yüzyıl tasvirlerinde görülmektedir.

Günümüz modern tıbbında benzer tedavilerin kronik, ilaca cevapsız baş ağrılarında, belli sinir lokalizasyonlarına yapılan uygulamalar, ameliyatlar biçiminde halen devam etmesi de ironik bir durumdur.

Batı tıbbı ortaçağ karanlığından çıktıktan sonra migren üzerine yapılan çalışmalar artmıştır. Migreni açıklamak için iki temel teori –humoral ve sempatik- 17. yüzyılda geliştirilmiştir.

Humoral teoriyle, artmış safranın migreni başlattığı düşünülmüştür. Aynı vücut sıvılarını temel alan teorinin bir parçası olarak kan akıtma tedavileri uygulanmıştır. Ülkemizde halen hacamat, kan verme benzeri uygulamalara başvuran hastalar vardır.

Sempatik teoride, migren bir ya da daha fazla iç organdan -mide, bağırsaklar, rahim…- kaynaklanan, özel bir içsel ya da organsal iletişimle tüm bedene yayılan bir durum olarak ele alınmıştır. Yayılımın bilinçli olmayan bu gizli şekline Yunanlılar “sempati”, Romalılar “konsensüs-uyum” adını vermiştir.

1865’te ilk monografı “Migren Üzerine, Hasta Baş Ağrısı ve Bazı Yandaş Bozukluklar” adıyla Edward Liveing yazmıştır. Migreni “otonom sinir sistemi bozukluğu” olarak tanımlamış, oluşturduğu “sinir fırtınası” teorisiyle migren atağına özgü ani ve büyük metamorfozları açıklamıştır.

Aynı dönemde P. W. Latham geliştirdiği vasomotor (damarlarla ilgili) teoriyle, duygusal değişimlerin uyardığı sempatik sistemin beyinde geçici bozukluklara yol açtığını, bu bozuklukların da baş ağrısına sebep olduğunu söylemiştir. Günümüzde bu teorinin devamı olarak beyinde migrene sebep olan kimyasal maddeler araştırılmaktadır.

Son yüzyılda yapılan bilimsel laboratuvar çalışmalarına baktığımızda otonom sinir sistemi daha iyi tanımlanmış, nöral terapiyle otonom sinir sisteminin düzenlenmesi sağlanabilmiştir.

Klinisyenler, gelişen bilimsel çalışmalardan farklı bir perspektifte çalışmalarını sürdürmüştür. Bu perspektiften, migrenin bir otonom sinir sistemi hastalığı olduğu görülememektedir. Migren, otonom sinir sistemi perspektifinden ele alınırsa neden ve çözüme ulaşılabilir.

Migrenin tarihteki yolculuğu yukarıda özetlenmiştir. Günümüzde halen migren nedeni bilinmeyen hastalıklar içinde yer alan ve çalışmaları sürdürülen hastalıklardandır.

“Migrene Çözüm Var” kitabında migrenin tarihteki yolculuğuna anlamlı bir katkı sunacak sonuçlar getirilmiştir. Son yüzyılın bilimsel gelişmeleri, bir önceki yüzyılın hastayı dinlemekle ortaya çıkardığı bedensel yaklaşımla birleştirilmiş ve migrenin nedenleri ortaya konulmuştur.

Gelecek, “aude sapere” sözünü takip eden yani özgür akılla düşünebilen bilim insanları tarafından biçimlenirse, bu kitap da tarihteki bir sayfa olarak kalmaz, ağrı çekenler için kardeşlik duyguları işler ümidiyle…

Emel Gökmen