Migrene Çözüm Var! Kitabımın Giriş Yazısı
“Üç yaşlarında bir kız çocuğu… Sürekli kusuyor, kendini çok kötü hissediyor, hiç kimseden hiçbir şey istemeden yatıyordu…” İşte benim çocukluğum böyle başladı.
Hastalarımı dinlerken yüreğim halen çocukluğumdaki gibi sıkışır, migrenli günlerimi hatırlarım. Bu kitabı yazarken hatırlamaktan öte geçmişi yeniden yaşadım. Mesleğimin ilk dönemi aklıma geldi. O zamanlar başım çatlayacak kadar ağrırken karşımda baş ağrısını anlatan hastalara ne diyebilirdim ki… Tek yapabildiğim, onlara belli etmemeye çalışmaktı. Tahmin edeceğiniz gibi migrenden çok çekmiştim.
2004 yılında ‘nöral terapi’ yaklaşımını öğrendikten sonra hayatım çok değişti. Öncelikle kendi baş ağrılarımla baş etmiş, en önemlisi de migreni çözebilmek için bir yol bulmuştum. Hastaları ayrıntılı dinliyor, notlar alıyor, düşündüğüm olası nedenleri çözüyor, hastadaki değişimleri tekrar not alıyor, bir anlamda ağrıyı dinliyor, tüm bu verileri matematiksel bir algoritmaya yerleştiriyordum. Benzer hasta gruplarında aynı sonuçları defalarca aldığımda o grup için nedeni belirliyordum. Zaman içinde geliştirdiğim çözümler bu kitabı yazma sürecine kadar gelmemi sağladı.
Migren ve baş ağrıları yaşam boyu süren önce hastayı sonra çevresindekileri bunaltan bir sorundur. Öyle ki hasta başım ağrıyor demekten, çevresindekiler de onun baş ağrısını dinlemekten bıkar. Ağrı kısır döngüsü iş hayatı ve sosyal hayat açısından birçok soruna yol açar; mutsuzluk, öfke, depresyon, çocukların ve eşin ihmali, sosyal ilişkilerde azalma, iş ve prestij kaybı, sürekli yorgunluk, isteksizlik, tedirginlik, çaresizlik, bıkkınlık…
Dünyada en büyük işgücü kaybı nedeni migren ve baş ağrılarıdır. Öyleyse migreni çözmek için sayısız akademi, vakıf, kuruluş olmalı değil mi? Ne yazık ki bunların sayısı çok azdır. Bir nöroloğun meslek hayatı boyunca poliklinikte gördüğü hastaların en az yarısı baş ağrısından şikâyetçidir. Nöroloji eğitiminin ciddi bir bölümü de baş ağrısı ile ilgili olmalıdır ama asistanlık hayatımda migrenle ilgili yoğun bir çalışma yaptığımızı hiç hatırlamıyorum.
Anlaşılıyor ki bu konuda herkes bıkkın, çaresiz…
Migrenin çözümü için yapılan bilimsel çalışmaların da zaman içinde yol almadığını görüyoruz. Halen migren nedeni bilinmeyen hastalıklar içinde yer almaktadır. Peki, problem nerededir? Birlikte düşünelim…
Tıpta bilimsel çalışma ve yeni tedaviler geliştirmede bazı temel kurallar vardır.
‘Primum non nocere’ yani ‘Önce zarar verme’ ilk kuraldır.
‘Aude sapere’ yani ‘Bilmeye cesaret et!’ ise benim için ikinci kuraldır. İlk defa Horatius tarafından kullanılan (Aude sapere, Dimidium facti qui coepit habet) kendi aklınla düşünmeye cesaret et! Aydınlanma Çağı ve Kant ile özdeşleşmiştir.
“Tanrının bize bahşettiği hediye, akıl ve serbest düşünce gücü varken niye bunu kullanmayalım?’’ diyerek yaptığı çalışmalarla tıpta çığır açan, homeopatinin kurucusu Samuel Hahnemann’ın okulunun girişinde ve 200 yıl önce yazdığı “İyileştirme Sanatının Organon’u” kitabında da “Aude sapere” temel ilkesi vardır. Hastalanmayı anlamamı sağlayan bu değerli bilim adamı şöyle der:
“Gerçek iyileştirme sanatı; ciddi, düşündüren bir iştir. İnsanın zihnine, serbest düşünceye ve ayrıca seçen, mantıklı sebeplere dayanarak karar veren akla bağlıdır. Hastalıkların materyal sebebini -causa morbi- yok ederek iyileştirmek tıptaki genel yaklaşımdır. Bu yaklaşımla çoğu zaman hastalığa çare bulunamadığından, hastalığın semptomları ilaçla bastırılır. Sağduyudan yoksun bu yönteme semptomatik tedavi denir. Böylece hastanın kısa vadede gönlü edilir, uzun vadede ölümü kolaylaştırılır. Gerçek iyileştirme bu değildir.”
Tam da bu nedenle, migren tedavisinde başarılı olunamamaktadır. Çünkü migrenin gerçek nedenine yönelim yoktur. Ben de önceleri semptomatik tedavi yaklaşımıyla çalışıyordum, nöral terapiyle tanıştıktan sonra nedene yönelik çözümler geliştirerek gerçek iyileştirme sanatını uygulamaya başladım ve böyle çalışabildiğim için de çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Migrenli ya da baş ağrılı hastayla uğraşmak zordur ama her zaman söylediğim gibi akıllı insanın yapmayacağı uğraşımı, belki Albert Schweitzer’in sözleri açıklar…
Nobel Barış Ödülü sahibi, Alman humaniter tıp doktoru Albert Schweitzer: “Yaşamının herhangi bir döneminde ağrı çeken kişi, artık yalnız kendine ait değildir. Başka ağrı çekenlere de koşmak, onlara yardım etmek zorundadır” diyerek bu durumu, ‘Ağrının izlerini üzerinde taşıyanların kardeşliği’ olarak adlandırmıştır.
Bu sözleri, Prof. Dr. Serdar Erdine’nin Ağrının Kitabı’nda okuduğumda kendimdeki duyguyla eşdeğerliğini gördüm. Çünkü her hastamda kendi migrenimi tekrar yaşıyordum, küme baş ağrılı her hastamda babamı hatırlıyordum, ağrısı devam eden her hastamda ben de bunalıyordum, onların yüzü güldüğünde ben de iyileşiyordum…
Olsun, sonunda beraber iyileştik, beraber mutlu olduk… Şu anda biliyorum ki yıllardır süren migreni çözme uğraşım ‘ağrı çekenlerin kardeşliği’ temelindedir.
Bu kitapta okuduğunuz bazı öykülerde kendi baş ağrınızı bulacaksınız, bazılarında kendi ağrınızın daha çekilir olduğunu düşüneceksiniz. “Ne güzel, çaresi varmış” diyeceksiniz. Migrenli olmasanız da çevrenizdeki migrenlileri daha iyi anlayacaksınız.
En güzeli, migrenli olmanın ayrıcalığını fark edeceksiniz. Biliniz ki; tarihteki birçok düşünür, yazar, sanatçı ve bilim insanı migrenliydi. En bilinenleri: Charles Darwin, Friedrich Wilhelm Nietzsche, Sigmund Freud, Vincent van Gogh, Pablo Picasso, Hildegard von Bingen, Lewis Carroll, Virginia Woolf, Stephen King…
Edebiyatçı dostum Neşe Turan “Dostoyevsky yaşadığı epilepsi krizlerinin yaratıcılığını artırdığını söyler, migren krizleri de bilinçte yükselme sağlamaz mı?” diye sormuştu. Haklıydı, migrenli olmak bilinçte yükselmenin yanı sıra ayrıntılı düşünmeyi, detayları görebilmeyi, belki de çekilen acı nedeniyle sabredebilmeyi, hayata farklı bakabilmeyi beraberinde getirir.
Benim de hastalarımın yaşadıklarını daha iyi anlamamın ötesinde çok karmaşık hasta verilerini analiz etmem ve takıntılı bir şekilde ayrıntılarla uğraşıp migrenin gerçek nedenini çözmemde migrenli olmamın çok büyük rolü olmuştur.
Yazdıklarımın migren ve baş ağrılarının çözümüne katkısı olması için…
Okuyanların bilinç düzeyinde bir açılım yaratması için…
Hep birlikte diyelim ki;
‘aude sapere’ (özgür akılla düşün, bilmeye cesaret et)